Metnin orijinalı için tıklayınız.


Tanrı’yı bir kalıba sokmaya çalışmayı bırakın.

Bir süre önce bir ekonomistin ekonomik büyümenin ilerleyişinin bir sınırı olabileceğini öngördüğü bir makale okuduğumu hatırlıyorum. Bu öngörünün sebeplerini bütün büyük icatların çoktan düşünülmüş olduğu ve gelecekteki ekonomik büyümeyi yönlendirmek için geleneksel yöntemlerde köklü bir değişiklik olmayacağı iddiasına dayandırmıştı.

Bu analiz iki sebeple canımı sıkmıştı. İlki, iyimser olmaya eğilimliyim. 90’ların başında, Birleşik Devletlerin Japonların gerisinde kalışı ve bu konu hakkında yapabileceğimiz hiçbir şeyin olmaması hakkında iş dünyası liderlerinin ifadesine başvurulduğu bir kongresel duruşmada yer aldığımı hatırlıyorum. 90’ların başında Birleşik Devletlerdeki internet patlamasından ve Japonların uzun süren ekonomik kâbusları başlamadan önce doğruydu. Şimdi, kimse ABD’nin Japonların nüfuzundan korktuğunu iddia edemez. Bu yüzden ben iyimserliği seçtiğimde bu gerçek hayat deneyimlerine dayanıyor.

İkinci olarak ise, bence, bu analiz esasen hatalıydı çünkü insanlar olarak bizler neyin bizi beklediğini asla bilemeyiz. Düşüncelerimizi zoraki bir anlayışla sınırlıyoruz. 80’lerin sonu 90’ların başına tekabül eden zamanda kimse internetin yükselişini sezemezdi. Kimse Japon ekonomisinin dibe çökeceğini hayal edemezdi. Ama hayal edemediğimiz gerçeği onu hayata geçirmedi. Bütün icatların tamamlandığını söylemek insanlığın bir eksikliğini ortaya çıkarır, ücra köşelerde bir yerde hayatımızı değiştirmek üzere olan inanılmaz bir icat olmadığına dair küstahça inancımız. Bilirsiniz, internetin yaptığı gibi.

Bu hikâyenin Tanrı ile ne ilgisi olduğunu sorabilirsiniz. Şimdi anlatıyorum.

Geçen hafta, Peter Atterton New York Times’da biz batılıların bir “Tanrı problemi” olup olmadığını tartıştığı bir köşe yazısı yazdı. Atterton’a göre (kendisi San Diego Eyalet Üniversitesinde Felsefe Profesörü), biz batılıların Tanrı ile alakalı olarak ortaya koyduğu her şeyi bilen ve her şeyden güçlü olan Tanrı modeli mantıken hatalı. Buna karşın, eğer Tanrı çok güçlüyse neden kötülüklere izin veriyor? Neden bunca eziyete göz yumuyor?

Batılı filozoflar bu soruyla neredeyse İsa zamanından beri karşı karşıya. Aziz Jerome dördüncü yüzyılda Tanrı’nın önemsiz bilgilerle rahatsız etmek için fazla önemli olduğunu iddia etmişti. Blaise Pascal[1] inanca odaklı mantığı terk etmişti. Doğrusu gençliğimde inancımı sorgularken birçok arkadaşım ve aile üyelerim bana Tanrı’yı aklımla değil kalbimle anlamam gerektiğini söylemişti. Bu durum hep canımı sıktı. Nihayetinde kullanmamı istemiyorsa neden bana bir sebep verdi?

İşin gerçeği, bütün felsefe dalları bu bilmeceyi çözmek için geliştirildi. Teodise[2]’nin babası Michigan filozofu Alvin Plantinga şunu iddia ediyor: “ahlaki açıdan iyiyi yaratmak için, [Tanrı] Ahlaki açıdan kötüyü de yaratmak zorundadır ve O, yarattıklarına kötülük yapma özgürlüğü veremez hatta bunu yapmalarını da önler.

Bu standart yaklaşım çoğu filozof tarafından kötülüğün varoluşunu açıklamak için kullanılır: iyi olmak için iyiliği seçebilmeliyiz. Eğer iyiliği seçebilirsek, sonrasında kötülüğü de seçebilmemiz gerekecektir. Tanrı iyiliği seçmek içim bize bir şık sunmak adına kötülüğe izin vermek zorundadır.

Bu arada, Doğulu filozoflar bu problemle uğraşmıyor. Onlara göre, her şeyi bilen, güçlü, insansı Tanrı fikri saçmalık. Örneğin Budistler, Tanrı’nın birazından bahsederler, bunun yerine acının, ıstırabın doğasına odaklanırlar. Hindular daimi bir rekabet içinde spritüal güçlerin karmaşık bir sıralamasına sahiplerdir. Ancak bütüne bakıldığında, çoğu Doğulu filozof görünemeyenlerle, bizimle iletişime geçen bilinmeyen evrensel ir güçle temas halinde kalmaya odaklanıyor. Bu durum meditasyonun da temelidir örneğin. Doğulular bizim yaptığımız gibi Tanrı’ya insani özellikler atfetmekle uğraşmazlar.

Tıpkı ekonomistlerin olası gelecekte yaşamı değiştirecek bir icadın olmayacağı yönündeki kibirli öngörüleri gibi. Tanrı’yı konuştuğumuz dil ile sınırlı bir kutuya koymaya çalışan Batılı filozoflar da aynı kendini beğenmişlikten mustariptir. İncilin de dediği gibi, “İnsanın düşüncelerini insanların içinden kim bilebilir? Ve böylece Tanrı’nın ruhundan başka Tanrı’nın düşüncelerini de kimse bilemez.”

Doğal olarak, bizler kültürümüzün yarattıklarıyız. Mantık, matematik ve dil gibi, tamamıyla sınırlı insan beynimizin yaratımı. Hepimiz, sahip olduğumuz düşünceyi kelimelerle ifade etme sıkıntısı yaşamışızdır. Bu gizemli yüce, sınırsız güçlü, her şeye gücü yeten varlığı açıklamak ne kadar zor olacağını düşünün. Kapasitemiz, basitçe, bu göreve uygun değil.

Felsefi sorgunun bu mantıksal bilmecesinin önerdiği bir Tanrı problemi var olduğunu iddia etmek yerine, belki de bunun yerine bir insan problemi olduğunu göz önüne almalıyız. Belki de zihinlerimizin bu görev için uygun olmadığı ihtimalini göz önünde bulundurmamız gerekiyordur. Belki de Tanrı fikrine biraz daha alçak gönüllülükle yaklaşmamız gerekiyordur.

Belki de sahip olduğumuz bu her şeyi bilen, her şeye gücü yeten baba (veya anne) olarak Tanrı figürünün tanımı, anlaşılamayanı anlamamıza yardım eden bir analojiden başka bir şey değildir. İnanıyorum ki, öldükten sonra bizimle her zaman iletişimde olan Sonsuzluk ile tekrar iletişime geçeceğiz. Buna biz Tanrı diyebiliriz, bir başkası Karma veya Allah veya başka bir şey diyebilir. Ancak bütün bunlar tamamıyla deneyimlerimizin ötesinde olan bir şey için insanların koyduğu isimlerden ibaret.

Tüm bilginler ne kadar az şey bildiğinizi anlama deneyimine sahipti. Gerçekten de, öğrendiğinizden, anladığımızdan daha fazlası ne kadar bildiklerinizin ne kadar sınırlı olduğudur. Astronomlar sınırsız doğasından önce kuvvetinde, güzelliğinde ve alçakgönüllülük duygusunda merak hissini saklarken evrenin bilimsel gözlemlerini yapmakta bir çelişki görmüyor. Belki filozofların sınırlı insan araçlarıyla Tanrıyı açıklama arayışlarının bir astronomun merakına ve alçak gönüllülüğüne ihtiyacı vardır. Yüce, sınırsız güçlü, her şeye gücü yeten varlığın üzerine düşünme her şekilde uygundur.

Bu arada Ekleziast Bölüm 8 dize 7 der ki, “kimse geleceği bilmezken, kim ona neyin geldiğini söyleyebilir?” Bu ekonomistlerin icatların sonunun geldiği öngörüsünü beyinlerinde saklamalarını söyleyen dizedir.


[1] Fransız matematikçi, fizikçi ve düşünür.

[2] Tanrıbilim

Reklam