Ben Jones- 1984

Kör noktaları dahi düşünülüp planlanmış bir totaliter sistem. Her adımı, her sesi kaydeden tele-ekranlar, hangi açıdan bakarsanız bakın gözleri hep sizi takip eden Büyük Birader’in afişleri. Düşünmeniz, hayal etmeniz bile suç Okyanusya’da. Aslında herkes verilen rolü oynuyor. Sevgi diye gösterdikleri korku içten içe rolleri sahiplenmiş ya da inanmak isteyenler olmuş zamanla.

Sahtekar bir yönetimi ispatlayacak hiçbir delilin kalmaması ama zaten bu delilleri insanların kendi elleri ile yok etmesi korkunun esiri zihinleri gösteriyor.

Büyük Birader’in kurduğu totaliter rejim diğerlerinden daha sistemli ve zeki olması yönüyle ayrılıyor. İktidarı ele geçiren her diktatör unutturmayı akıl etmiştir belki fakat aceleci oluşturulan sistemlerle uzun vadedeki sonuçları kaçırmışlar. “Hükmetmek, acı çektirmek ve aşağılamakla olur. Hükmetmek, insanların zihinlerini darmadağın etmek, sonra da dilediğin gibi yeniden biçimlendirerek bir araya getirmekle olur.” diyen parti ise ince eleyip sık dokumuş.

Unutturmaya bilindiği üzere kültür taşıyıcısı dili kısıtlamakla başlanmış. Mecazın, yan anlamın olmadığı bir sanat hatta dil düşünebilir miyiz? Kelimelerin tek bir anlamı kalsa ve tek kelimeden türetildiği kadar kelime türetilip diğerleri yok edilse ne kadar kendimizce düşünebiliriz? Parti; konuşma dilini tamamen düşünmeyi engelleyecek, çağrışımları yok edecek, terimsel konuşmadan öteye gidemeyecek -ki o da kısıtlı- şekilde değiştiriyor. Durumun önemi ‘ Shakespeare yok ediliyor.’ şeklinde de özetlenebilir.

‘Aziz tarih’le devam ediliyor değişimlere. Büyük Biraderce yontuluyor ve bütün pürüzlerden arındırılıyor ki kimseler geçmişi hatırlayıp “Ah!“ çekmesin, geçmişe özlem olmasın, şuanın vahametini kimse anlamasın. Ama sadece kendinden önceki tarihi değiştirmekle yetinmiyor Büyük Birader tutarlı olabilmek adına kendi tarihini de değiştiriyor.

Kontrol altında tutulmak istenen duygular kalıyor geriye. İnsanları zaafları yönlendirir anlayışıyla duyguları da yasaklamış Büyük Birader. İnsani duyguların, zevklerin ona hizmet etmekte bir engel teşkil edileceği düşünülerek tek bağ Büyük Birader’e ait kalsın istenmiş. Bu durum ilkokul hocalarımızın zorla yaptırdığı yorumlara saygımı arttırdı.

Sonuç olarak siz hissedip düşünemiyorsunuz Okyanusya’da. Büyük Birader’in hislerini, düşüncelerini yaşıyorsunuz. Nefret Haftasında sorgulamadan Goldstein için hakaretler edip, Büyük Birader’e saygı gösterileri sunmaya alıştırılıyor insanlar. Çünkü partinin anladığı bir şey daha var: “Muhalefet ne denli zayıflarsa, zorbalık o ölçüde artacak.” Peki hata payı bırakmayan bu baskıcı sistemde nasıl bir başkaldırı olabilir?

Winston bu başkaldırıya tek başına hazır değil kesinlikle. Evet, düşünce suçu işliyor ama fiile dökmek için kendine inancı yok. Bu inanca Julia ile kavuşuyor. Her gün uydurduğu haberleri, kendisine dayatılan rolü kabullenmemeye böyle başlıyor. Çoğu kişi bu ikilemi içinde yaşıyor belki de Winston da bu fikre tutunuyor. Hatta Julia’nın bana dokunmayan yılan bin yaşasın gibi sığ düşüncelerine de bu umutla bağlanıyor. Oysa Winston, Julia’nın aksine bütün sistemin bir yalandan ibaret olduğunu ve değiştirilmesi gerektiğini savunuyor.

1984-movie-bb

Kitabın son kısmında Büyük Birader’i totaliter başkanlardan ayıran bir özellik daha görüyoruz. Büyük birader bir şahıs değil “partinin cisme bürünmüş hali” şahsın değil bir grubun, inanışın koltuğu… Her şey iktidar için.

“Kimse devrimi korumak için diktatörlük kurmaz, diktatörlük kurmak için devrim yapar. Zulmün amacı zulümdür. İşkencenin amacı işkencedir. İktidarın amacı iktidardır.”

Roman bütün sistemlerin ayrıntılı anlatımından sonra doruk noktasına ulaşmış. Winston’ın yakalandığı 3. bölümde heyecan arttı ve dehşete kapılarak bir solukta okudum. Kitap distopya olmasına rağmen son ana kadar büyük bir umutla okudum. Umut verici bir son bekledim. Yazarın karamsarlığını her cümlede hissetmeme rağmen Winston’ın umudunun tükenmeyeceğini hayal etmiştim. 2+2 ye ilk 5 cevabını verdiğinde bütün cam indi, azmettikçe toplamaya çalıştım camları ama kendine karşı kazandığı zaferden Büyük Birader’i severek çıktığı o son cümleyle çerçeve de kırıldı.

George Orwell’ın yaptığı bu zekice tespitler, döneminin gözlemleriyle birlikte şaşırtıcı bir deneyim yaşattı bana. Aynı deneyimi Hayvan Çiftliği bir peri masalında da yaşamıştım bu iki kitabın okuyanlarda hayranlık uyandıracağı fikrindeyim.

Son olarak kitaptaki düşünce suçlularını işkence sonucu fikirlerinden caydırıp öldürmelerinin arkasındaki büyük tespitle bitiriyorum:

“İnsanlar gerçek inançlarından vazgeçmedikleri için ölüyorlardı. İster istemez bütün onur kurbanın, bütün utanç da onu diri diri yakan Engizisyoncu’nun oluyordu.”

 

 

Hayrun Nisa Yavuz