Yapılan yeni bir araştırmaya göre, ebeveynler çocuklarını hangi okula kaydetmesi gerektiğine çözüm ararken yetersiz bilgilerle hareket ediyorlar.

Araba almaya karar veren bir kişi sürüş testi sırasında A arabasının B arabasından daha fazla yol katettiğini ve bu nedenle yakıt tüketimi konusunda daha iyi olduğunu zanneder. Fakat bu kanı iki araç deposu da aynı yakıt ile doldurulursa geçerli olur. Örneğin birisine yüksek oktanlı benzin diğerine ise su konulursa, hangi aracın daha fazla yakıt tükettiği konusunda yeterince faydalı bilgiye ulaşılmaz. ‘Aileler okulların etkinliğini değerlendirebiliyor mu?’ adlı bir ön rapora göre ebeveynler genellikle gerçekte en iyi eğitimi veren okullar yerine en etkili mezunları vermiş olanları tercih ediyor. Bu çalışma bir okulun başarısının aslında ne anlama geldiğine eleştirel bakan birçok araştırmayı destekler nitelikte içerik barındırıyor.

Örneğin Erin Pahlke ‘in araştırmasına göz atalım. Whitman üniversitesi Psikoloji bölümünde yardımcı profesör olan Pahlke, bir kız öğrencinin sadece kızlardan oluşan bir okulda matematik ve fen alanında daha başarılı olduğunu ortaya koyan araştırmalar gördü. Ona göre ise asıl püf nokta, yapılan araştırmalarda ”okullara gelen öğrencilerin farklılıkları” nın göz ardı edilmesi. 2014 yılında toplu analiz uzmanı Pahlke ve arkadaşları yapılan çalışmaları yeniden inceledi ve araştırma boyunca karma eğitim veren devlet okulları ile tek cinsiyetli eğitim veren süslü özel okulları karşılaştırmak yerine aynı materyallerin ve birbirine benzer öğrencilerin bulunduğu okulları incelediler. Araştırma sonucunda öğrencilerin akademik performans açısından bir farklılık göstermediklerini keşfettiler. Ayrıca tek cinsiyetli eğitim veren okulların; kız öğrencilerin matematik ve fen alanındaki tutumlarına olumlu bir etki sunmadığı ve kızların kendilerine karşı bakış açılarını değiştirmesine olanak sağlamadığını gördüler. Daha açık bir ifadeyle, tek cinsiyetli okulların çocukları daha iyi eğittiği söylenir ancak gerçekte öyle değildir. İyi olan sadece öğrencilerdir ve onlar her okulda başarılı olabilirler. Çünkü onlar yüksek oktanlı benzinle çalışırlar.

Aynı şekilde liselerin de ”hayat değiştiren deneyim” olduğu ve seviyeli öğrencilerin kesinlikle katılması gerektiğine dair genel bir kanı var. 2014 yılında ekonomist Atila Abdulkadiroğlu, Joshua Angrist ve Parag Pathak’ın kaleme aldığı ve Econometrica dergisinde yayınlanan ”Seçkin Yanılma” adlı makalede; New York da bulunan Stuyvesant lisesi gibi oldukça rekabetçi devlet okullarına katılan öğrenciler başarılı olabilir ancak buradan, okulların kendilerine benzer başka bir okuldan daha iyi bir eğitim verdiği sonucu çıkartılamaz. Eğer Stuyvesant gibi bir okul, az rekabetçi bir devlet okulundan daha etkili ( daha fazla materyale sahip olması ve daha iyi sonuçlar üretebilmesi) olsaydı ekonomistler dört yıl sonrasında çocukların akademik performanslarında bir değişiklik görmek isterdi. Ancak araştırmacılar, eyalet içi ölçme sınavları ve AP sınav puanları gibi başarı kriterlerini incelediği zaman Stuyvesant okuluna giden ve gitmeyen öğrenciler arasında bir farklılık göremedi. Tüm bunlara rağmen MIT’de mikro ekonomi profesörü olan Pathak durumu şöyle özetliyor: ”Bunlar çok fazla ilgi gösterilen okullar. İnsanlar çocuklarını Stuyvesant gibi bir okula göndermek için bir kolunu ve bir ayağını verebilir.”

Mevcut durum şu soruyu akıllara getiriyor: Ebeveynler en iyi işi hangi okulun yaptığını çözebilecek yetiye sahip mi? Yazarları; Abdulkadiroğlu, Pathak, Jonathan Schellenberg ve Christopher Walters olan ve Ulusal Ekonomik Araştırmalar Bürosu (NBER) tarafından yayımlanan bir ön raporda her yıl 400 den fazla liseye yaklaşık 90.000 öğrencinin kaydını yaptıran New York Eğitim Departmanından elde edilen bilgiler tartışılıyor. İyi veya kötü, şehirdeki lise sisteminde, öğrencinin aynı mahallede bulunan okula başvurusunu yapacak şekilde dizayn edilmiş otomatik bir süreç izlenmiyor. Bunun yerine öğrenciler başvurmak istediği 12 tane liseyi tercih formuna sıralıyor ki bu liselerden bazıları Stuyvesant gibi sınav gerektiriyor. Bu sistem, ailelerin ve çocukların en çok hangi okulları seçtiğine dair araştırmacılara fazlaca bilgi sağladı. Araştırmacıların görevi, okul seçiminde aileleri iten nedenleri anlamak için okullar ve öğrenciler hakkında diğer verileri toplamaktı.

Aileler evlerine yakın okulları mı tercih ederler? Evet. Kendi muhitlerine yakın okullara daha uzaktakilere nazaran daha fazla güveniyorlar. Peki kendilerine yakın iki farklı okul arasında seçim yaparken? Bu noktada kurnazlık devreye giriyor. Ekonomistler her bir yakıt deposundaki benzinin cinsini ölçebilecek güzel bir ölçü sistemine sahip: Okulların yeni başlayan öğrencilere uyguladığı 8. sınıf test puanları. Ekonomistler ayrıca okulların, birinci sınıfa nerede başladıklarını önemsemeden çocukların akademik gelişimine ne kadar yardımcı olduğunu göz önüne alarak yakıt verimliliğini ölçmek istediler. Buradaki amaç, farklı liselere gitmiş benzer (aynı cins ve ırktan, aynı bölgede yaşamış ve aynı sekizinci sınıf test puanlarını almış) öğrencileri bulmaktı. Araştırmacılar bunlardan çoğunu ”eşleşmiş çift” olarak tanımladılar ve Stuyvesant çalışmasında olduğu gibi gelen verileri incelediler.Bu veriler arasında; eyalet sınavları puanı, PSAT puanı, liseden mezun olma derecesi, kolej kayıt bilgileri yer almaktaydı. Daha sonrasında ise araştırmacılar, bir A okuluna giden öğrenci, bir B okuluna giden eşleşmiş çiftinden yukarıdaki kriterleri baz alarak daha iyi bir sonuç elde ettiyse, A okulunun B okulundan daha ”etkili” olduğuna karar verdiler.

Araştırmacılar geriye dönüp güvenilir okullar listesine bakınca, New York’ta bulunan ailelerin aslında başarılı öğrencileri alan okulları tercih ettiğini gördüler. Bu tür okullar etkili gözükseler de her zaman değiller ve ne kadar etkili oldukları da değişir. Ve ebeveynler hala şu konuyu kavramış değiller; A ve B okulu aynı başarıda öğrencilere sahip olsalar ve A okulu daha etkili olsa da ebeveynler A okuluna başvurmaz ve güvenilir okullar listesine almazlar.

” Okul seçim programlarının, serbest piyasa tercihi yeterli bilgiye sahip olmak ile alakalı” ve bu araştırma ailelerin yeterli bilgiye sahip olmadığını gösteriyor.

Eğer bu sonuçlar başka ekonomistler tarafından incelenmeye devam etseydi ( ki yakında incelenecek) ABD Eğitim sekreteri Betsy DeVos gibi doğru okul seçimi savunucularının öne sürdüğü problemler kanıtlanacaktı. İşlerin nasıl bu noktaya geldiğini anlamak için, Nobel ödüllü ekonomist Milton Friedman’ ın 1955 yılında yayımladığı yazıda öne sürdüğü, serbest piyasa ekonomisi prensiplerinin eğitime uygulanması gerekliliği fikrini hatırlamak önemli olacaktır. Bu yazıda Friedman; ”mesele tahıl gibi ürünlere geldiği zaman alıcılar ürünün ne kadar değerli olduğuna karar verir ki bu ürünün kaderini etkiler. Mesela ben Crispy O’s gevreğini alsam ve beğensem onu tekrar satın almak isterim. Gevreği yediğimde beğenmesem hatta nefret etsem veya bir komşum bana sevmediğini söylese, gevrek satılmaz ve tahıl şirketi çöküşe gider.” Ekonomi jargonundaki ”Tüketici yönlü baskı” terimi, lezzetli gevreklerin talepçiler vasıtasıyla şirketi onurlandıracağını, mukavva tadındakilerin ise yok edeceğini garanti altına alarak tahıl piyasasını yönetir. Friedman’a göre benzer bir sistem daha iyi okullar yaratmak için kullanılabilir. Sonuçta teorinin özünde şu var; Bırakalım aileler seçsin, zaten çocuklarının eğitiminde iyi iş çıkaran okullar başarılı olacakken, bunu beceremeyenler ise ilgisizlikten kepenk indirmek zorunda kalacak.

Pathak’a göre ” Okul seçim programlarının, serbest piyasa tercihi yeterli bilgiye sahip olmak ile alakalı” ve bu araştırma ailelerin yeterli bilgiye sahip olmadığını gösteriyor. Daha da önemlisi, Pathak ve arkadaşlarını endişelendiren konu, ailelerin yeterli bilgiye sahip olmayışı, seçime dayalı eğitim sisteminin; ”kötü eğitim veren okullar yerine düşük puanlı öğrencileri alan okulları cezalandırması” ve okul liderlerini, okul kalitesini iyileştirmek yerine  ”okullarının en iyi öğrenciyi kabul etmesini” sağlayan yanlış bir güdüye teşvik etmesidir. Pathak’a göre bu durum ”seçime dayalı eğitim sisteminin, okulları daha etkili bir kurum haline getirebilecek reform olduğuna dair güveni” sarsmaktadır.

“Ancak verilerin bizi yönlendirdiği yere gitmeliyiz.”

En nihayetinde, okul seçimi programlarının yararları üzerine yapılan araştırmalar oldukça karışık hale gelmiştir ve en son yayımlanan NBER ön raporunu okuyan herkes yazarların endişelerini paylaşmamaktadır. Harvard Üniversitesi’nde Eğitim Politikası ve Yönetim Programını yürüten Paul Peterson; Pathak ve arkadaşlarının raporunda yer alan veriler, yüksek başarı oranına sahip öğrencilerin aslında okul kalitesini temsil ettiğini gözler önüne seriyor. Ayrıca Peterson, çoğu zaman, bu iki şeyin birbirine bağlı olarak gerçekleştiğini söyledi. Peki ya araştırmacılar A ve B okulunun aynı düzeyde öğrencilere sahip fakat etkinliklerinin farklı olduğunu belirlediklerinde ne yaptılar? Peterson, öğrencilerin durumu ile okul kalitesinin birbirinden ayrı ayrı değerlendirebileceklerinden pek emin değil. Peterson, “Yanlış yaptıklarını söylemiyorum sadece bilmediğimizi söylüyorum…. Bu makale tekrardan gözden geçirilmeli, bu yüzden emin değiliz ” dedi. Yöneticilere, okul kalitesinden ziyade pazarlama ve tarama yatırımlarında teşvik verildiğine ilişkin argümana gelince, Peterson; ”Onlar da sadece istenileni yaptılar. Çalışmamızda bu sonuca varılmasını mecbur bırakan hiçbir şey yok.”

Pathak, araştırmalarının metodolojisini ve sonuçlarını savundu. ”Böyle bir bulgunun neden okul seçimi savunucuları için rahatsız edici olabileceğini kesinlikle anlayabiliyorum ” diyen Pathak şöyle devam etti; “Ancak verilerin bizi yönlendirdiği yere gitmeliyiz.” Ayrıca Pathak, yapılan analizlerin; öğrenci ve okul başarısının bir göstergesi olarak görülen test puanlarına olan baskın inanç ve ebeveynlerin karar verme sürecine giren her faktörün anlaşılamaması nedeniyle sınırlı olduğunu kabul etti. Örneğin, o ve arkadaşları okulun güvenlik ölçütlerini takip etmediler veya okulların öğrencileri ne kadar mutlu ettiğini gözlemlemediler.

Bununla birlikte, bu itirazlardan hiçbirisi, araştırmanın esas içeriğinin doğruluğunu sorgulamıyor.Okul seçim sistemleri, ebeveynlerin yeterli bilgiye sahip olmamasından yararlanabilir. ”Eğer New York şehrinde, çocuğunuzu hangi liseye göndermeniz gerektiğine cevap arıyor olsaydınız, bu bilgiye nasıl ulaşırdınız?” Ebeveynler bu konuda büyük ihtimalle; oyun bahçesinde geçen dedikodulara, ortaokul rehberlik danışmanlarından öğreneceklerine, okul broşürlerine, yöneticiler tarafından bir araya getirilen sorumluluk raporlarına, “okul bulan” uygulamalara veya GreatSchools.org gibi web sitelerine güvenirler fakat bu kaynaklardan hiçbirisi okul etkinliğini ölçmeye ve ebeveynleri yönlendirmeye yeterli gözükmüyor. Peki NBER çalışması gibi veriler okul çocuklarıyla birlikte ailelere dağıtılmalımıdır?

Holy Cross Koleji’nde öğretim görevlisi olan ve ”Test Puanlarının Ötesinde: Okul Kalitesini Ölçmenin Daha güzel Bir Yolu” adlı kitabın yazarı Jack Schneider, “Birleşik Devletler’de okul kalitesi hakkında konuşmak bir kültür haline gelmekte… ” diyor. Ayrıca Schneider, verilerin ailelere dağıtılması ”Sanki yalnızca birkaç iyi okul varmış ve bu yüzden Test puanları savaşında zaferi kazanabilecek sadece birkaç iyi galip çıkabilir” anlayışına hizmet etmekten başka bir işe yaramayacağını belirtiyor. Gerekli olan şey ise, ebeveynlerin test puanlarının; bir öğrencinin geçmişiyle (ebeveynlerinin eğitim düzeyi ve geliri) çok yakından alakalı olduğunu ve okulun kalitesi hakkında pek bir anlam ifade etmediğini anlamalarıdır. Schneider son olarak şunları söylüyor; “Bu konu hakkında daha dürüst olmak, eminim ki ebeveynlerin; daha kaliteli bilgiyi (öğretmenler ve öğrenciler arasındaki ilişkiler ve öğrencilerin birbirleriyle nasıl etkileşim kurdukları gibi şeyler hakkında bilgi) aramalarına” ve “öğrencilerin meşgul oldukları alanı ve orada olmaktan ne kadar mutlu olduklarını öğrenmelerine” yardımcı olacaktır.

İlgili Video:

Kaynak:theatlantic.com