-mukaddime-yeniden-raflarda-3318294.Jpeg

Yargı işi de, halifeliğin görevleri kapsamındadır. Çünkü bu makam, insanlar arasındaki husumetleri ve anlaşmazlıkları, Kur’an ve sünnet hükümlerine göre, ortadan kaldırma makamıdır. İslam’ın ilk dönemlerinde halifeler bu görevi bizzat kendileri yerine getiriyorlar ve başkalarına havale etmiyorlardı. Bu işi bakmaları için birilerini atayan ilk kişi Hz. Ömer’dir. Bu göreve Medine’de Ebu’d-Derda’yı, Basra’da Şurayh’ı ve Kufe’de ise Ebu Musa Eş’ari’yi atamıştır. Hz. Ömer, yargılamanın genel hükümlerini yeteri derecede içeren meşhur mektubunu Ebu Musa’ya hitaben yazmıştır. Orada şöyle diyor:

“Yargı (husumetleri ve anlaşmazlıkları çözmek) apaçık bir farz ve tabi olunan bir sünnettir. Sana bir anlaşmazlık getirildiğinde, onu iyice anla. Mesele senin için açıklığa kavuştuğunda da (hükmünü ver ve) onu uygula. Çünkü uygulanmadıktan sonra doğruyu söylemenin bir faydası yoktur.

Tavır ve hareketlerinde, insanlara karşı eşit ve adaletli davran ki, güçlü ve üstün olan haksız bir şekilde kendi lehine hüküm vereceğin hevesine kapılmasın, zayıf olan da senin adil bir hüküm vereceğinden ümidini kesmesin.

Delil göstermek iddia sahibine (davacıya), yemin etmek de iddiayı inkar edene (davalıya) düşer.

Bir haramı helal, bir helali de haram kılmadıkça Müslümanlar arasında sulh olmak (anlaşmaya varmak) caizdir.

Dün vermiş olduğun ve üzerinde tekrar düşündükten sonra doğru olmadığını anladığın bir hüküm, (bu gün doğru olduğuna inandığın) hükmü vermene engel olmasın.

Esas olan hakka (doğru olana) dönmendir. Çünkü doğru daha eskidir. Doğruya dönmek, yanlışta devam etmekten daha hayırlıdır.

Kur’an’da ve sünnette olmayan ve tereddüt ettiğin bir meseleyle karşılaştığında iyice düşün, onun benzerlerini öğren ve onlarla kıyas ederek hüküm ver.

Bir hak iddia edene, buna ilişkin delillerini getirmesi için süre ver. (Bu süre içinde) delillerini getirirse hakkını alır, aksi takdirde onun aleyhine hüküm ver. Şüphesiz bu şekilde hareket etmek şüpheleri ortadan kaldırmak için en uygun yoldur.

Müslümanlar adildir ve birbirleri hakkındaki şahitlikleri geçerlidir. Ancak had cezasına çarptırılarak kırbaçlanmış olanlar, yalan yere kendisini nesep veya dostluk bağıyla birbirlerine nispet edenler bunun dışındadır. Çünkü Allah onların yeminlerini ve şahitliklerini geçersiz saymıştır.

Kararsızlık ve endişeden, bıkkınlıktan ve (davanın taraflarına) oflayıp puflamaktan sakın. Çünkü doğru yerde, hak için kararlı ve sabit olmaya Allah’ın verdiği sevap çok büyüktür ve Allah böyle yapanın adını yüceltir. Vesselam.”

Halifelerin, esasen kendi görevleri arasında olsa da, yargı işini başkalarına tevdi etmelerinin sebebi, genel siyaseti yürütmek, cihat, fetihler, sınırların korunması gibi çok fazla meşguliyetlere sahip olmalarıdır. Taşıdıkları büyük önemden dolayı bu işleri başkalarına havale etmezlerdi. Bu yüzden kendi yüklerini hafifletmek için, yargı işini yürütmek için başkalarını atarlardı. Yine de bu göreve, nesep ya da dostluk bağıyla kendi asabiyetinden olan kişileri atarlardı.

İlk halifeler döneminde hakimin (kadı’nın) görevi sadece insanlar arasındaki anlaşmazlıkları çözmekti. Ancak daha sonra halifelerin ve hükümdarların büyük siyasetle (devletin genel yönetimiyle) meşgul olmalarından dolayı, tedrici olarak kendilerine başka görevler de havale edildi. Sonuçta anlaşmazlıkları çözmenin yanında delilerin, yetimlerin, müflislerin ve sefihlerin (menfaatini düşünemeyip malların ölçüsüzce harcayanların) hacir altına alınması; Müslümanların vasiyet ve vakıf işleri; kendilerini evlendirecek velilerin bulunmaması durumunda- bunu halifenin görevi kabul edenler için- dulların evlendirilmesi; yolların ve binaların iyileştirilip onarılması; kendilerine güven duyulması için bilgi, tecrübe ve adalet yönünden şahitlerin, memurların ve vekillerin durumunun araştırılması gibi Müslümanların genel maslahatlarıyla ilgili işler de kadılara havale edildi.

Daha önce halifeler, kadıları şikayetlere bakmaları için görevlendiriyorlardı. Bu ise, yönetimin otoritesi ile yargı adaletinin iç içe girdiği karma bir görev olup, zalime zulmünden el çektirmek için güçlü ve caydırıcı bir otoriteye ihtiyaç duyar. Bu şekilde o daha önce kadıların ve başkalarının güç yetiremediği şeyleri yerine getirir. Böylece kadı açık delilleri ve ikrarı değerlendirir, emarelere ve karinelere dayanır, doğrunun açık bir şekilde ortaya çıkması için hüküm vermeyi erteler, tarafları anlaşmaya yöneltir ve şahitlere yemin ettirir. İşte bütün bunlar kadı’nın bakacağı şeylerden daha geniştir.

Artık bu görev devlete hakim olan asabiyetin elinden çıkmıştır. Çünkü daha önce yönetim, dini ve halifelik niteliğinde olduğundan, bu görev de dini vazifelerinden biri kabul edildiğinden, bu göreve ancak kendi asabiyetlerinden olanlar, Araplar (yani kendilerine kan bağıyla bağlı olanlar) olabileceği gibi, köleleri ve himayelerine aldıkları kimseler de olabilmektedir. Ancak hilafet (hilafetin misyonu) ortadan kalktıktan ve iş tamamen hükümdarlığa dönüştükten sonra, bu görev hükümdarlığa biraz uzak düştü. Çünkü bu görev hükümdarlığın sıfatlarından ve vazifelerinden değildir.

Yazarın Değerlendirmesi

Halifenin görevlerinden biri de yargı işleridir. Hz. Ömer zamanına kadar halife yargı işleriyle bizzat ilgileniyordu. Hz. Ömer ve sonrası dönemlerde İslam Devleti’nin sınırları genişlemiş, egemenliği altında olan topluluk sayısı artmıştır.  İslam Devleti’nin etkileşime girdiği topluluk sayısı artınca insanlar arasındaki uyuşmazlık sayısı da artmış ve uyuşmazlıklar çeşitlenmiştir. Ayrıca ülke sınırlarının da genişlemesiyle halifenin görev ve sorumlulukları da artmış, muhakeme gibi hassas bir konuda halifeler kendilerine yardımcı olmaları için kadıları atamışlardır. İlk atanan kadılar nesep veya dostluk bağıyla halifenin kendi asabiyetinden olan kişilerdir. Çünkü yargı işleri de halifenin dini görevlerinden

Kadıların ilk başta görevleri sadece insanlar arasındaki uyuşmazlıkları çözmekti. Ancak yargı işinin, yönetim otoritesi ve yargı adaletinin iç içe girdiği karma bir fonksiyonunun olduğu anlaşılınca kadılara ayrıca toplumsal görevler de verilmiştir. Böylelikle halifenin otoritesinin ve hakkaniyetin tesis edilmesi istenmiştir.

Halifeliğin hükümdarlığa dönüşmesiyle birlikte halifeler yargı görevlerini tamamen kadılara devretmiştir ve kadıların halifenin asabiyetinden olması zorunluluğu ortadan kalkmıştır.

Kaynak: Mukaddime, İbni Haldun

Asabiyet: İbni Haldun’un düşünce sisteminde toplumların ilkellikten uygarlığa doğru ilerlemesini sağlayan temel toplumsal bağdır. [Kaynak: Yıldız, Mustafa. “İbn Haldun’un Tarihselci Devlet Kuramı”. Felsefe ve Sosyal Bilimler Dergisi (2010 Güz).]

Hz. Ömer’e Göre Yargılamanın Genel Hükümleri

  1. Kadı, uyuşmazlığı çok iyi anlamalı ve kadının verdiği karar uygulanabilir olmalıdır.
  2. Kadı, insanlara karşı eşit ve adaletli olmalıdır.
  3. İspat yükü davacı üzerindedir. Yemin vermek davalının hakkıdır.
  4. Taraflar mahkeme önünde sulh olabilir. Sulh olmayı alternatif uyuşmazlık çözüm yöntemlerinden biri olan uzlaşma kurumuyla bağdaştırabiliriz.
  5. Kadı önceden verdiği içtihatlarından dönebilir. Yani kadı kendi verdiği hükümlerle bağlı değildir. Kadı aynı tür uyuşmazlıklarda daha önceleri verdiği kararlar yerine daha adil olduğunu düşündüğü farklı kararlar verebilir.
  6. Kadı kıyas yapabilir.
  7. Kadı, iddiasını kanıtlayıp delil gösterebilmesi için davacıya belli bir süre vermelidir. Davacı bu süre içinde yeterli delil gösteremezse davayı kaybeder.
  8. Her Müslümanın belli cezalara çarptırılmadığı sürece tanıklık ehliyeti vardır.
  9. Kadı ihkakı haktan imtina edemez. Yani kadı önüne gelen her tür yargısal uyuşmazlığı çözmek zorundadır.

Yazan: Ömer Mert ZİHNİ