Kaynak: storeylines
Tam zamanlı bir yazar olduktan sonra klişe haline geldim. Kafelerde yazı yazmayı çok seviyorum. Evden uzaktaki favori ofisim olan yerel kütüphane hakkında bir önceki yazımda yazmıştım, fakat kafeler de eşdeğer favori ofisimdir.
BİR GELENEK
Savunmamda; TS Elliott, Franz Kafka, Gertrude Stein ve F Scott Fitzgerald gibi pek çok modern yazardan gelen kahve dükkanları ve kafelerde çalışan asil ve ince bir yazar geleneğini sürdürmeye devam ediyorum. En ünlüsü Harry Potter romanlarının çoğunu Edinburgh’daki Elephant House’da yazan J.K. Rowling’dir.
Yazdığı yerde bir şehir efsanesi büyüdü çünkü dairesini ısıtmaya parası yetmiyordu. Ancak o bir radyo röportajında buna itiraz etti; çocuk arabasındaki bebeğini kahve dükkanına yürütmenin onu (JK yi değil, bebeğini) uykuya daldırdığını söyledi. Bu da ona yazmak için zaman kazandırıyor.
The Elephant House’da harika bir yaratıcı ortama sahip olmalı, Müfettiş Rebus yaratıcısı Ian Rankin ve The No 1 Ladies Detective Agency yazarı Alexander McCall Smith de orada durmadan çalıştı. Birkaç yıl önce Edinburgh’dayken The Elephant House’u ziyaret ettim ve orada bir kahve içtim. JK Rowling’in Edinburgh Kalesi’ne yüksekten bakan arka odasında oturdum ve kendimi onun yerinde hayal ettim; bebek uyanmadan önce olabildiğince iş bitirmek için çılgınca karalamak, fikirlerinin çöp olduğunu ve kimsenin bunları yayınlamayacağını söyleyen şeytanlarla mücadele etmek. (Biraz da kendi edebi lisansımı takınarak, onun bu şeytanlara izin verdiğini hiç duymamama rağmen, bu şeytanları birçok yazarın ilk romanlarında tecrübe ettiği düşüncemin doğru olduğunu düşünüyorum.) Yanılıyorsam Lord Voldemort beni lanetlesin ve yılanlarla işkence etsin.
BİRÇOK KURAM VAR
Teoriler kahve dükkanlarının yazarları neden bu denli çok cezbettiğini açıklıyor. Ana nedenlerden biri görünebilirlik olabilir. Psikologlar, bir rolün içselleştirilmesi için kamuoyunda gözlemlenmesi gerektiğini söylüyor. Yazı tek başına bir uğraş olduğundan, biz yazarlar, insanlar bizi yazı yazarken görmezse gerçek yazarlar olmadığımızı düşünüyoruz ve kabul edilmeye ihtiyacımız olduğunu hissediyoruz. Ya da sadece saf gösteriş olabilir.
Gözlemle ilgili sıkıntı şu ki; günümüzde kafede oturup laptoplarında, tabletlerinde tıklatan her türden iş adamlarının yanında “yazar” olduğuna belirten bir işaret olmadıkça hiç kimsenin ne yazdığınıza dair hiçbir fikrinin olmaması çok sıradan.
TAVSİYE: Arada sırada işinize ara vermeyi deneyin; İlham perisini çağırıyormuşçasına dalgın bir şekilde uzakları seyredip sonra aniden ilham size gelmişçesine cayır cayır yazmaya devam edin. Bu bir iç çekişle veya çatık bir kaşla kombine edildiğinde diğer müşterilere, sizin sadece yıllık hissedarlar raporu veya annenize bir e-posta yazdığınızı değil, önemli bir yaratıcı süreci yürüttüğünüzü işaret edecektir.
Favori bir kahve dükkanım yok, eğlencenin bir kısmı her seferinde farklı birinde oluyor. Bizi çevreleyen telefon konuşmaları ve sohbetler işime odaklanabilmem için bana doğru miktarda arka plan gürültüsünü sağlıyor. Dikkat dağıtıcı olmaması büyük bir artı (insanları izlemek ve gizlice dinlemekten ayrı olarak, fakat onlar yazarın iş tanımının bir parçasıdır.), bu yüzden kanepede uyuyarak veya çamaşır yıkayarak yazımı erteleyemem.
BUNUN İÇİN BİR UYGULAMA VAR
Evden ayrılmadan aynı ortamı isteyenler için kahve dükkanının arka plan gürültüsünü sağlayan Coffitivity adlı bir uygulama var. Ama tabii ki, ambiyansı değil – bir kahve dükkânı tasfiyecisine hazır kahve sunup bunun orjinal olduğuna onları ikna etmeyi denemek gibi bir şey. Uygulamadan orta şekerli bir cappuccino yapan barista ve taze kahve çekirdeklerinin kokusu gelmediği sürece (favori şeyler listemin üstünde) ilgilenmiyorum.
EĞLENCELİ VE YARATICI
Ayrıca kafelerde yazı yazmanın eğlenceli bir yanı var, iş gibi gelmiyor.
Meşhur kitap The Tipping Point And Blink’in “kurgu olmayan yazın türü” yazarı Malcolm, çok önceleri çalışma alanını kafe ve restoranlardan uzak tutmuş. O “Yazmak şimdi eğlenceli bir aktivite gibi görünüyor…hayatıma daha sorunsuz bir şekilde entegre oldu ve bu onu çok daha zevkli yaptı.” sözlerini aktardı.
Kendim de dahil birçok yazar, özellikle ilk taslağın oluşturulma safhasında yaratıcı bir modda iken, kahve dükkanlarında yazarken verimliliğimizin en üst düzeyde olduğunu keşfediyor. Psikologlar, kamusal alanda yalnız olduğumuz zamanlarda hiçbir amaca sahip olmadığımızın görülmesinden korktuğumuzu söylüyorlar. Bu nedenle biz bir şeyler yapmıyorsak tek başına bir kafede oturmanın kabul edilemez olduğunu düşünüyoruz. Bu da yazarların neden restoranlar ve kafelerde sık sık meşgul görünmek için bir şeyler yaptıklarını açıklar. Telefonlarını kontrol etmek, bir kitap veya dergi okumak vb. amaçlı bir şey yapıyor görünürsek, iki saattir oradaysak ve bir tane kahve içsek bile, işletmenin bizi dışarı atma olasılığı düşüktür ve oyalanmakla suçlanamayız.
ZAMAN SINIRI VAR
Ve bu, kahve dükkanlarında yazmanın en büyük dezavantajına neden oluyor – sınırlı zaman. Sadece bir kahvelik dayanımda bir kafede oturmak ne kadar uzun süre kabul edilebilir? Demek istediğim bu değil – Birkaç saat içinde birkaç fincan kahve içemiyorum. Elimden gelenin en iyisini yaparım ama bir saat genellikle benim sınırım. Ondan sonra, hoş karşılanmamı aşırı zorluyormuşum gibi hissediyorum. Bu, o saatte bir sürü yazı yazdığım anlamına geliyor. Ama sonra kalkmalı ve başka bir yere(genellikle kütüphane) gitmeliyim.
Bir kafede bütün gününü yazı yazmakla harcayan yazarlar duydum. Orada sadece öğle yemeğini yediklerini ve gün boyunca işletme idaresini yanlarında tutarak bol miktarda kahve içtiklerini farz edebilirim. Bildiğim bir yazar, en sevdiği kafesinde her sabah saat yedide açılışından itibaren akşam altıya kadar oturuyor. Bu sizin için gerçek bir fedakarlık ya da kafein bağımlılığı.
BU ROMAN BENİM YEREL KAFEM TARAFINDAN DESTEKLENİYOR
Hiç olmazsa mekan sahibine, kitabının yayınlanmasından sonra imzalanmış bir kopyasını ücretsiz vermek zorunda kalacaktır. Tabii ki kahve dükkânı romanına sponsor olmadıkça. Bunu bir düşünün, kötü bir fikir değil. Yerel kahve dükkânımda kendime sürekli bir kahve tedarik ederek ve tüm gün yerleşme imtiyazı karşılığında, incelikler ve yaka sürtünmeleri, bir sonraki romanımın kapağına, içindeki tek reklam olsa bile, ‘Sponsor The Raw Bean Cafe’ yazdığım için çok mutlu olurum.
İmkanlar sonsuzdur.
NE DÜŞÜNÜYORSUN?
Kahve dükkanlarındaki yazarların onlara ‘Gösterişçi Sanatkar Tipi’ olduklarını gösteren okların olması gerektiğini düşünür müsünüz? Belli sayıda sözcük karşılığında bedava kahve (Örneğin her 1000 kelime = bir büyük latte) almaya hakları olmalı mı ya da çay ve sempati?
Sözü uzatmazsak, yazarlar ve yazar olmayanlar benzerdir.